The Tragedy of Commons: Ortak Malların Trajedisi
03/06/2019 | 2 dk okuma süresi
“The Tragedy of Commons” (ortak malların trajedisi) 1833 yılında ekonomist William Forster Lloyd tarafından ortaya atılan ve 1968’de Science dergisinde yayınlanan makalesiyle Garret Hardin tarafından genelleştirilen bir teoridir.
Bu teoriye göre her bir birey, toplumsal faydadan çok kendi çıkarını gözeterek, ortak kullanıma açık olan kaynakları (hava, su, otlaklar, denizdeki balıklar, ormanlar vs.) gereğinden fazla tüketir; bu da tahribata ve kaynakların tükenmesine, yani kıtlığa neden olur. Örneğin, ortak bir merada koyunlarını otlatan çobanlardan biri, hayvanlarının daha etli olmasını isteyerek, gereğinden fazla otlatma yapabilir ve bunu gören diğer çobanlar da ortak kaynaktan daha çok pay almak amacıyla aynı şekilde davranabilir. Bu durumda kısa sürede merada ot kalmayacak ve olması gerektiği kadar otlatma yapan bir çoban da bu sonuçtan muzdarip olacaktır.
Makale bir yandan özelleştirmeye güzelleme yapsa da, burada asıl sorun malların “ortak” olmasından ziyade, yanlış kaynak yönetimidir. Neticede özelleştirme hayatımıza girmeden, yüzyıllar boyunca, insanlar ihtiyaçlarını kıtlıkla sonuçlanacak aşırı tüketim olmadan da giderebilmiştir.
Devasa ölçekli şirketlerin, ucuz ve çok sayıda üretim yapabilmek için doğayı tahrip ettiği bir sır değil. Ucuz ürün satarak, inanılmaz kar elde eden bu sistem, bize hizmet ediyor gibi görünürken, aslında sınırlı kaynaklardaki hakkımızı, fütursuzca kullanıyor, yok ediyor. Maalesef bu konudaki düzenlemeler ve getirilen sınırlamalar, Dünya’mıza verilen zarar göz önüne alındığında, yetersiz kalıyor. Bu nedenle, bireyler olarak hakkımızı korumak bize düşüyor.
Teorinin Tekstil Sektörü’ndeki Yeri
Tekstil Sektörü’nün de çalışma şekli “The Tragedy of Commons” teorisini destekler nitelikte. Ucuz giysilerimiz için, sadece etikette yazan fiyatları değil, üretiminde kullanılan “ortak” kaynaklarımızı da harcıyoruz. 10 tl’ye tshirt satın almadan yaşayabiliriz ancak temiz su kaynaklarımız olmadan uzun süre yaşayamayız. Alışveriş tercihlerimizi bireysel olarak değiştirmek atılması gereken çok önemli bir adım, ancak kolektif bir baskıyla hem markaları hem de kural koyucuları etkilemek ve sorumluluklarını yerine getirmeye zorlamak, “aşırı otlatma yapmayan çobanlar” olarak hakkımızı korumak adına çok daha önemli.
Şirketlerden, üretim yöntemleri ve koşulları konusunda şeffaf olmalarını ve ortak kullandığımız her türlü kaynaktaki hakkımızı talep etmek zorundayız. Bu hem bizim hem de gelecek kuşakların devamlılığı, sistemin sürdürülebilirliği için gereklidir.
ilgini çekebilir
Bir Tişörtün Yaşam Döngüsü
Pamuklu tişörtünüzün üretiminde daha az kimyasal kullanıldığını düşünerek gurur duyuyor olabilirsiniz ama kesin bir yargıya varmadan önce karmaşık tedarik zincirinde gözlerden ırak kalan noktaları incelemek gerekiyor.
16/06/2019Sürdürülebilir Moda: Çıkış Yolu mu Vicdan Aldatmacası mı?
Büyük markalar tarafından çarpıtılan bazı kavramların asıl anlamlarını anlamak ve iki önemli soruyu cevaplandırmak gerekiyor: “Moda neye hizmet eder?” ve “Sürdürülebilir Moda gerçekten gerekli midir?”
24/09/2017Etiketin Yazmadıkları – Aslında ne giyiyoruz?
Üretimde kullanılan toksik kimyasalların, üreten işçiye ve çevreye olan, ve dönüp dolaşıp yine bizi bulan zararı, göz ardı edilemeyecek derecede fazla. Peki seçimi, en az zararlı olacak şekilde yapmak mümkün mü?
08/02/2016Sürdürülebilir Moda vs. Fast-Fashion
Fast-fashion tırnaklarını Dünya’ya ve bize bu kadar derinden geçirmişken, ucuz ve kalitesiz modaya rakip olabilecek alternatif bir sistemi hayata geçirmemiz şart: “Sürdürülebilir Tekstil” yol göstericimiz olabilir.
07/02/2016